Üst üste acılarla sınandığımız bu günler, milletçe kenetlenme zamanıdır

"Elazığ ve Malatya’da yaşanan deprem, İdlib’de şehit düşen askerler, çığ, uçak kazası felaketleriyle ilgili olarak, “Hadiseler hepimizi derinden üzmüş ve yaralamıştır, ama aynı zamanda millet olarak, devlet olarak kenetlenmemize de…

Yerel Gerçek

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’na ilişkin bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıda ele alınan konular ve gündemdeki gelişmelere dair açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, basın mensuplarının sorularını da cevapladı.

Kamuoyu ile canlı olarak paylaşılan toplantıda, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın şunları söyledi: “Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın Başkanlığında yapılan 22 nolu Kabine Toplantısı’nın ardından basın toplantısı için huzurlarınızdayım. Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın takdim konuşmasıyla başlayan Kabine Toplantısı’nda gündemimizdeki önemli konu başlıkları ele alındı.

Öncelikle yakın dönemde üs tüste yaşadığımız üzücü hadiseler ve bunlara verilen cevaplarla ilgili, aldığımız tedbirler ve sahada uyguladığımız uygulamalarla ilgili değerlendirmeleri oldu Sayın Cumhurbaşkanımızın. Özellikle burada tabi kendisinin de ifade ettiği gibi bir noktanın altını çizmek istiyorum. Bu hadiseler hepimizi derinden üzmüş ve yaralamıştır, ama aynı zamanda millet olarak, devlet olarak kenetlenmemize de vesile olmuştur. Daha önce Elazığ ve Malatya’da yaşanan deprem hadisesi, ardından İdlib’de kaybettiğimiz askerlerimiz, hemen ardından gelen çığ felaketi, dün yaşadığımız uçak kazası, bunlara karşı devletimizin ve milletimizin bütün imkânları seferber edilmiş, yaraların acilen sarılması için de gerekli adımlar hızlı bir şekilde atılmış ve atılmaya da devam etmektedir.

“YAŞADIĞIMIZ FELAKETLERLE İLGİLİ TEDBİRLER ALINMAYA DEVAM EDECEK”

Sayın Cumhurbaşkanımızın da toplantıdaki takdim konuşmasında açıkça ifade ettiği gibi, bu hadiselerle ilgili gerekli etütler, çalışmalar yapılmakta, gerekli dersler çıkartılmakta, bunlara ilgili gerekli tedbirler de bundan sonra alınmaya devam edecek ve bu tür hadiseler karşısında daha az zayiatın yaşanması, ön tedbirlerin alınması, ön alıcı tedbirlerin hayata geçirilmesi için de gerekli çalışmalar ilgili kurumlarımız ve bakanlıklarımız tarafında yapılacaktır.

Bu çerçevede özellikle İçişleri ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızın yaptığı sunuma burada özellikle atıfta bulunmak istiyorum. Zira iki bakanımız da Sağlık Bakanımızla birlikte bildiğiniz gibi uzun bir süre Elazığ ve Malatya’da bizzat sahadaydılar, onlara diğer bakanlarımız da katıldılar, Hazine ve Maliye Bakanımız, Aile Bakanımız ve diğer bakanlarımız da konularına bağlı olarak, Gençlik Spor Bakanlığımız bütün imkânlarını orada seferber ettiler. Ve hamdolsun Elazığ’daki ve Malatya’daki depremle ilgili deprem sonrası yapılan çalışmalar anlamında çok ciddi mesafeler alındı.

“MAĞDUR OLAN, EVLERİ YIKILAN VATANDAŞLARIMIZ UYGUN YERLERE YERLEŞTİRİLDİ”

Burada bakanlarımızın yaptığı sunumda, bunları size de göstermek istiyorum şöyle özetle; yaklaşık 70 slaytlık bir sunumda ağır binaların yıkım çalışmalarının tamamlandığını ifade ettiler kendileri, burada zaten görselleriyle ve rakamlarıyla da var. Orta hasarlı binaların yıkımı, az hasarlı binaların takviye edilmesiyle ilgili çalışmalar da hızlı bir şekilde yürüyor. Orada şu anda aç veya açıkta olan bir vatandaşımız yok, mağdur olan, evleri yıkılan vatandaşlarımız uygun yerlere yerleştirilmiş durumdalar, başka konulara, çok az sayıda çadırlarda bulunanlar var, sosyal donatı alanlarında kalan vatandaşlarımız var. Bunlarla ilgili de yardım çalışmaları devam ediyor, hatta şu an itibarıyla günde yaklaşık 65 bin kişiye de günlük yemek servisi yapılıyor. Bu tabi ciddi bir kapasiteyi de gösteriyor. Yaraların acilen sarılması noktasında atılan adımlar bu anlamda tabi ki memnuniyet verici.

Bu yıkım çalışmaları da hızlı bir şekilde devam ediyor, bunlarla ilgili bazı görselleri, bilgi ve belgeleri de sizinle önümüzdeki günlerde paylaşacağız.

Bu zemin etüt çalışmaları da tamamlanır tamamlanmaz Sayın Cumhurbaşkanımız buradaki temel atma törenlerine de bizzat kendileri katılacaklar. Böylece vatandaşlarımızın ihtiyaçlarının acilen karşılanması için yapılan çalışmaların sürekliliğini de bir defa daha göstermiş olacaklar. Bu önümüzdeki birkaç hafta içinde bu çalışmaların tamamlanmasını bekliyoruz.

Tabi bu süreç içerisinde dediğimi gibi devlet ve millet olarak, kurumlarımız, STK’larımız, belediyelerimiz, vatandaşlarımız, yardım kuruluşlarımız gerçekten büyük bir özveriyle herkese örnek olacak şekilde bir çabayı ortaya koydular. Elbette gidenleri geri getirmek mümkün değil, ama kalanların acısını hafifletmek noktasında bu çalışmaların öneminin büyük olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Dediğim gibi, bu yaşanan felaketlerle ilgili de gerekli tedbirler alınacak, bundan sonra neler yapılabilir, ilave tedbirler neler olabilir, bunlarla ilgili çalışmalar da sürdürülecek.

Gündemimizdeki bir diğer önemli konu, özellikle Suriye’de, İdlib’de son dönemde yaşanan hadiseler. Bildiğiniz gibi biz Astana sürecinin garantör ülkelerinden birisi olarak Suriye’de siyasi sürecin ilerletilmesi, çatışmaların sona erdirilmesi, Anayasa Komisyonu’nun çalışmalarını tamamlaması için Rusya ve İran’la birlikte bir çalışma yürütüyoruz. Yaklaşık iki yıldır devam eden bu çalışmanın aslında sahada önemli neticeleri de geçtiğimiz iki yıl içerisinde gördük. Türkiye aynı zamanda Cenevre’de devam eden sürecin de bir aktörü olarak BM çatısı altında yapılan çalışmalara da fiilen destek vermektedir.

“SURİYE’DE ASKERLERİMİZİN KORUNMASI İÇİN NE GEREKİYORSA YAPILACAKTIR”

Ancak, son dönemde özellikle İdlib’de rejimin devam saldırıları karşısında artık Sayın Cumhurbaşkanımızın dünkü Meclis konuşmasında da ifade ettiği gibi yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bu yeni dönemin parametrelerini de dün Sayın Cumhurbaşkanımız açık ve net bir şekilde ortaya koydular. Bu çerçevede de hem Rus makamlarıyla, hem İran makamlarıyla yoğun temaslarımız devam ediyor, dünden beri ilgili arkadaşlarımız mevkidaşlarıyla bu konuları görüşüyorlar.

Şimdi Sayın Cumhurbaşkanımızın Sayın Putin’le evvelsi gün yaptığı telefon görüşmesinde mutabık kalındığı üzere de Rusya’dan bir askerî heyetin Türkiye’ye gelmesini bekliyoruz. Burada askerlerimiz, istihbarat birimlerimiz ve ilgili diğer kurumlarımız İdlib sahasındaki gelişmeleri detaylı bir şekilde ele alacaklar.

Fakat burada bu yeni dönemin ana parametrelerini ben de özetle tekrar ifade etmek istiyorum. Öncelikle orada askerlerimizin koruması için gerekli ne varsa her şey bila tereddüt yapılacaktır, bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

“ASKERÎ GÖZLEM NOKTALARIMIZ YERLERİNDE DURMAYA DEVAM EDECEK”

Askerî gözlem noktalarımız yerlerinde durmaya devam edecektir, onların bir başka noktaya kaydırılması söz konusu değildir. Soçi Mutabakatı ve İdlib Mutabakatı çerçevesinde çatışmasızlık bölgesi olarak belirlenen sınırlar bizim esas aldığımız sınırlardır, burada bir değişikliğin öngörülmesini şu anda kabul etmemiz mümkün değil. Burada hem sivillerin, hem askerlerimizin can güvenliğinin sağlanması için Türkiye Cumhuriyeti olarak, Silahlı Kuvvetler olarak gerekli tahkimat, sevkiyat, destek, ne ise bunlar yapılacaktır.

Yeni bir mülteci akımına mahal vermemek için, oradaki sivillerin yerlerinde kalmalarını sağlayabilmek için çalışmalarımız gene diğer kurumlarımız tarafından, AFAD gibi, Kızılay gibi, diğer STK’larımız tarafından da aynen devam edecektir.

“REJİMİN GİRDİĞİ YERLERDEN ÇEKİLEREK, ÇATIŞMASIZLIK BÖLGESİ SINIRLARINA GERİ ÇEKİLMESİ ÖNCELİKLİ KONULARIMIZDAN”

Rejimin bu ay sonuna kadar girdiği yerlerden çekilerek çatışmasızlık bölgesi sınırlarına geri çekilmesi konusu da bizim öncelikli konularımızdan bir tanesidir. Burada da en ufak bir tereddüde mahal bırakmamak adına bu hususun altını bir kez daha çizmek istiyoruz. Rejim bugüne kadar yüzlerce defa İdlib Mutabakatı’nı ihlal etmiştir. Terörizmle, terörist gruplarla mücadele bahanesiyle bundan sonra yapacağı her bir hatanın çok ağır sonuçları olacaktır, bu mesajı Rus mevkidaşlarımıza da net bir şekilde ifade ettik. Bu vesileyle buradan tekrar bunun altını çizmek istiyorum.

Rejiminin niyetinin barış, siyasi çözümün ya da sürecin ilerletilmesi değil savaş olduğu, insanları ayrım yapmaksızın bombalamak suretiyle katletmek ya da yerlerinden etmek ve böylece buraları ele geçirmek olduğu açık ve seçik anlaşılmaktadır. Buna karşı biz Türkiye olarak üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye devam edeceğiz.

Özellikle askerlerimizin can güvenliği konusunda ilave tedbirler ne ise bunların hepsinin şu anda da alınmakta olduğunu ifade etmek isterim.

“SURİYE’DE ULUSLARARASI TOPLUMUN DA SORUMLULUK ALMASI GEREKİYOR”

Burada tabi uluslararası topluma da önemli sorumluluklar düşüyor, bunu daha önce de ifade ettik. İdlib konusunda bu İdlib’in güvenliğinin sağlanması, sivillerin korunması, göç dalgasının önlenmesi, insani yardımların ulaştırılması gibi konularda bunu sadece Türkiye’nin bir sorumluluğu olarak ifade etmek, Türkiye’ye teşekkür etmek, Türkiye’ye takdirlerini ifade etmek, ama sahada hiçbir şey yapmamak uluslararası toplumun sorumluluklarını ortadan kaldırmıyor. Tam tersine, burada her yönden, insani yönden, siyasi yönden, diplomatik yönden ve diğer alanlarda uluslararası toplumun da bir sorumluluk alması gerekiyor. Türkiye olarak biz üzerimize düşeni fazlasıyla yerine getirdik, getirmeye de devam edeceğiz. Ama konunun sadece bizle ilgili olmadığını bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Orada özellikle yerlerinden edilmiş kişilerle ilgili bildiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımızın önerisiyle kısa sürede yapılabilecek briket evler meselesi var özellikle İdliblilerin orada kalmalarını sağlamak için, bununla ilgili çalışmalar devam ediyor. Almanya’nın bir katkısı oldu, önümüzdeki günlerde bunun sonuçlandırılmasını bekliyoruz. Bunun diğer ülkelere de örnek teşkil etmesini ya da edeceğini de umut ettiğimiz ifade etmek istiyorum.

Suriye konusuyla ilgili tabi diğer başlıklar da önümüzdeki günlerde ilgili aktörlerle görüşülmeye devam edecek. Belki Mart ayı içerisinde bir Astana süreci toplantısı daha yapılabilir, bunun üzerinde de arkadaşlarımız çalışıyorlar. Liderler düzeyinde tekrar görüşmeler olabilir, ama ilk planda biz şu anda Rusya’dan gelecek askerî heyeti burada bekliyoruz, ilgili arkadaşlarımız bu konuyla ilgili detaylı çalışmaları Rus mevkidaşlarıyla yaptıktan sonra yeni bir yol haritasının belirleneceğini öngörüyoruz.

Libya konusunda da Sayın Cumhurbaşkanımızın gene bugünkü Kabine Toplantısı’nda gündeme getirdiği ana başlıkları da sizinle paylaşmak isterim.

“TÜRKİYE’NİN SÜRECE KATILMASI LİBYA KRİZİNE DENGE GETİRMİŞTİR”

Berlin Konferansı sonrasında bildiğiniz gibi bir ateşkes sağlanması için birtakım adımlar atıldı ve bunun somut neticelerinden birisi, son iki günde, bugün de üçüncü gün olarak Cenevre’de yapılan Askerî Komite Toplantısı. Bildiğiniz gibi, Berlin’de varılan mutabakat çerçevesinde hem Sarraj, hem de Hafter tarafından bu komiteye beşer askerin gönderilmesi ve ateşkesin parametrelerini, çerçevesini, mekanizmalarını ortaya koyacak bir çalışmanın yapılması öngörülmekteydi. Hafter tarafı günlerce ayak diredikten sonra nihayet bu komiteye asker göndermeyi kabul etti, bu toplantılar yapıldı. Bugün son toplantının yapıldığını biliyoruz, biz de oradaki değerlendirmeleri, sonuçları, varılan karaları, mutabakatları aldıktan sonra değerlendirmelerimizi yapacağız.

Burada Türkiye’nin sürece katılması, eski tabirle methaldar olması, aslında Libya krizine de bir denge getirmiştir, bunu artık bütün müttefiklerimiz de açıkça ifade ediyorlar. Bize ilk günlerde ‘Türkiye’nin Libya’da ne işi var, Türkiye neden bu işe karışıyor’ gibi itirazlarda bulunan, eleştiride bulunan tarafların dahi, bugün Türkiye’nin bu müdahalesi sayesinde Libya’daki sürece bir denge geldiğini artık kendileri kabul ediyorlar. Hafter’in güvenilir bir aktör olmadığı da açık bir şekilde ortaya çıktı.

Her ne kadar uluslararası toplum Hafter’e baskı yapıyormuş gibi görünse de Hafter’in hâlâ savaştan yana olduğu, Trablus’u ele geçireceğine dair planlar yaptığını, güçlerini tahkim ettiğini biz biliyoruz. Hafter tarafında yer alan 10 bine yakın silahlı askerin çeşitli yerlerden, Sudan’dan Cancavid militanlarından, Nijer’den, Çad’dan, Rusya’dan Wagner şirketi üzerinden getirildiğini biliyoruz. Bunlar da tabi siyasi sürecin ilerletilmesinde ciddi birer engel.

“HAFTER’E DESTEK VERENLER GAFLET İÇERİSİNDE”

Hafter’in Libyalılara zarar veren bir diğer uygulaması da, petrol yataklarının bloke edilmesi. Bu konu Berlin Konferansı’nda da gündeme gelmişti, üzerinden deredeyse üç hafta geçmesine rağmen hâlâ bu konuda bir adım atılmamış olması da uluslararası toplumun ya da Hafter’e destek verenlerin bu konuda ne kadar büyük bir gaflet içerisinde olduklarını gösteriyor. Biz darbeci Hafter’in güvenilir bir aktör olmadığını ifade ediyoruz. BM çatısı altında siyasi sürecin ilerletilmesi için de meşru Sarraj Hükûmeti’ne desteğimiz bundan sonra da devam edecek.

Yine bu çerçevede Libya’nın meşru hükûmeti ile yaptığımız anlaşma çerçevesinde hem Doğu Akdeniz’de hem de Türkiye-Libya arasında sismik araştırmalarımız ve sondaj çalışmalarımız aralık vermeden devam edecektir, Türkiye’nin bu konuda kararlılığının tam olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum.

“FİLİSTİN İLGİLİ ORTAYA ATILAN PLAN, BARIŞ VE ÇÖZÜM PLANI DEĞİL”

Bugün yine gündemimizdeki bir diğer önemli konu da Filistin meselesiydi. Bir barış planı olarak ortaya atılan planın bir barış ve çözüm planı olmadığı artık açık bir şekilde görülmekte. Zira bu plan iki devletli çözüm formülünü tamamen ortadan kaldırmaktadır. Ortada Filistin Devleti diye tanımlanan bir entite dahi yoktur, İsrail’in içerisinde eritilmiş, parçalanmış, bölük-bölük, parça-parça oralara, buralara dağıtılmış birtakım toprak parçalarından bahsediliyor, bu bir devlet değildir. Filistin Devleti’nin herhangi bir güvenlik gücünün olmaması öngörülmekte, hava erişiminin tamamen İsrail tarafından kontrol edilmesi, denize ulaşımının aynı şekilde İsrail tarafından kontrol edilmesi gibi bir formül ortaya atılmıştır, bir öneri getirilmiştir. Bunun bir devletin en temel vasfı olan egemenlik haklarıyla çelişkili olduğu açıkça ortadadır. Açıkçası özellikle Netanyahu Hükûmeti’nin, Netanyahu’nun kendisinin iki devletli çözüme hiçbir zaman inanmadığını ve ister iktidarda olsun, ister muhalefette olsun her dönemde iki devletli çözümü ortadan kaldırmak için adımlar attığını, söylemler geliştirdiği biz açıkça biliyoruz. Dolayısıyla bu planı yıllardır uluslararası toplumun kabul ettiği iki devleti çözüme bir katkı ya da destek olarak kabul etmek mümkün değildir.

“KUDÜS’ÜN TARİHÎ VE DİNİ KİMLİĞİNİN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ KABUL EDİLEMEZ”

İkinci önemli konu, Kudüs meselesi. Sayın Cumhurbaşkanımızın da müteaddit kereler ifade ettiği gibi, Kudüs bizim kırmız çizgimizdir. Tarihî olarak, insani olarak, dini olarak, vicdani olarak, siyasi olarak Kudüs’ün el değiştirmesi, tarihî ve dini kimliğinin dönüştürülmesi ve benzeri adımların kabul edilmesi elbette mümkün değildir. Dahası bu planda Kudüs’ün bırakın Filistin Devleti’nin başkenti olması yahut Doğu Kudüs’ün başkent olarak tanımlanmasını, Doğu Kudüs’ün daha da doğusunda bir küçük mahallenin, bir küçük semtin adeta bu devlet denen yapının başkenti olarak takdim edildiğini görüyoruz. Bunun tabi ki gene iki devletli çözümle ve Kudüs konusundaki hassasiyetlerle uzaktan, yakından bir ilgisinin olmadığı aşikâr.

Bir diğer önemli konu da, mültecilerin geri dönüş hakkı meselesi. Bu da yine bu planın en önemli zaaflarından, eksiklerinden, hatalarından bir tanesidir. 7 milyona yakın Filistinli mültecinin tarihî topraklarına, ecdadının yaşadığı topraklara dönüş hakkının ellerinden alınması bir barış planı değil, adeta bir mahrumiyet, bir yok etme planıdır. Ve çok açık bir şekilde görülmektedir ki, aslında bu plan yeni bir plan değildir, bu plan Ariel Şaron’un planıdır. Şaron zamanında ortaya konan agresif, saldırgan, yok edici, Filistin halkını yok sayan perspektifin ortaya koyduğu bir plandır, yeni bir plan değildir, barış ve istikrarı getirecek, çözümü sağlayacak bir plan değildir. Açıkçası bu plan ve bunu destekleyenler insansız, topraksız, tarihsiz, devletsiz bir Filistin hayal etmektedirler. Bunu aklı ve vicdanı olan hiç kimsenin kabul etmesi elbette mümkün değildir.

“TÜRKİYE, HAKLI DAVASINDA FİLİSTİN HALKININ YANINDA OLMAYA DEVAM EDECEK”

Burada bir hususun da altını çizmek isterim. Arap dünyasının mevcut durumunun İsrail’i bu konularda cesaretlendirdiğini de ifade etmemiz gerekiyor. Bazı Arap ülkelerini bu plana destek vermesi, bu planın açıklandığı toplantıda büyükelçilerini bulundurması, tarihî gerçeklerle, siyasi hakikatlerle taban tabana zıt bir tabloyu ortaya koymaktadır. Tabii bunun hesabını kendi kamuoylarına, dünyada aklı ve vicdanı olan insanlara nasıl vereceklerini de kendileri hesaplamak durumundadırlar.

Türkiye, haklı davasında Filistin halkının yanında olmaya devam edecek, bu konuyu uluslararası platformlarda da gündeme getirmeye devam edecektir. Son birkaç hafta içerisinde memnuniyet verici birtakım gelişmeler de oldu. Cumhurbaşkanımızın bayraktarlığını yaptığı söylemin Arap Ligi’nde, İslam İşbirliği Teşkilatı Bakanlar Zirvesi’nde, aynı şekilde Avrupa Birliği’nde bu planın reddedildiğini görmek memnuniyet verici.

Önümüzdeki günlerde Mahmud Abbas bildiğiniz gibi Filistin’e gidecek, New York’a gidecek, Birleşmiş Milletler’de bir özel oturum yapılacak, oradaki çalışmalarına da bizim bütün Filistin halkına destek anlamında bizim de destek olacağımızı ifade etmek isterim.

“AVRUPA PARLAMENTOSU’NDAKİ TOPLANTI, TERÖRİSTLERİN KENDİLERİNİ MEŞRULAŞTIRMAYA ÇALIŞTIĞI BİR PLATFORMA DÖNÜŞTÜ”

Son olarak sizin sorularınıza geçmeden önce, bildiğiniz gibi dün ve bugün Avrupa Parlamentosu’nda bir toplantı yapılmakta arkadaşlar. Bununla ilgili dün gece de bir açıklama yapmıştık, ama konunun vahametini vurgulamak açısından bu hususu tekrar gündeme getirmek istiyorum.

Avrupa Parlamentosu’nda Kürtlerin geleceğini ele almak bahanesiyle bu başlık altında yapılan toplantı teröristlerin açıkça propaganda yaptığı, kendilerini meşrulaştırmaya çalıştığı bir platforma dönüşmüştür. Avrupa Parlamentosu’ndaki bu toplantıya teröristlerle birlikte katılanlar terörizme de açıkça destek vermektedirler. Dün de ifade ettiğimiz gibi, bu Avrupa Parlamentosu’nun teröre destek verdiğinin ve suç işlediğinin açık bir delilidir.

Şunu da ifade etmek isterim: Burada Kürtleri korumak istediğini, onlara yol göstermek istediğini ileri sürenlerin, iddia edenlerin Kürtleri kendi bölgesel dizaynlarına bir payanda yapmaktan başka bir niyetleri yoktur. Kürtleri kullanarak kendi siyasi planlarını, programlarını hayata geçirmek isteyenler eninde-sonunda sükûtu hayale uğrayacaklardır. Bunlara en güçlü cevabı da Kürtler verecektir; Türkiye’deki, Suriye’deki, Irak’taki. Bu oyuna gelen Kürtlerin de hangi zihniyetle hareket ettiğini, hangi terör örgütleri çatısı altında yürüdüğünü de biz hepimiz biliyoruz. Bunların Kürtleri temsil etmediğini, edemeyeceğini de bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Türkiye’de de bazı çevreler terör örgütünün gündemini Kürtlerin gündemiymiş gibi empoze etmeye çalışmaktadırlar. Bunun Kürtlerin gerçek gündemiyle, tarih algısıyla, mekân algısıyla, coğrafya algısıyla, vatandaşlık ve kaderdaşlık algısıyla uzaktan-yakından bir ilgisinin olmadığını biz biliyoruz. Bu örgütleri, bu terör örgütünü, onun uzantılarını Suriye’deki, Irak’taki kimlerin hangi amaçla desteklediğini de bütün dünya görmektedir.

Burada tabii Türkiye’de bir başka ironiye belki Avrupa’daki uzantılarıyla birlikte işaret etmek gerekir. Suriye’de veya başka yerlerde Amerika’nın lejyonerliğini yaparak solculuk yaptığını zannedenler de başka bir hayal dünyasında, başka bir skandalın içerisinde yaşadıklarını hatırlamalıdırlar, bunu da özellikle vurgulamak istiyorum.

Benim gündemim ana hatlarıyla bunlar arkadaşlar. Bu arada Kabine Toplantımızda güvenlik konusuyla ilgili yapılan sunumlar ve diğer sunumlara birkaç cümleyle değinmek istiyorum. Millî Savunma Bakanlığımızın bir sunumu oldu, İçişleri Bakanlığımızın ve Çevre Bakanlığımızın demin de ifade ettiğim gibi depremle ilgili detaylı bir sunumu oldu. Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanlığımızın yine güvenlikle ilgili sunumu oldu. Dışişleri Bakanlığımızın genel dış politika konularıyla ilgili bir sunumu oldu. Ayrıca, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı ve son olarak da Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımızın da sunumları oldu, dolayısıyla bugün Kabinenin gündemi oldukça yoğun. Bu çerçevede de Kabine Toplantımızın devam ettiğini ifade etmek istiyorum.”

Soru: “A Haber’den Lamia Ayhan. Benim iki sorum olacak. Birincisi; Sayın Cumhurbaşkanımız infaz düzenlemesinin Ocak ayında Meclis’e geleceğini söylemişti. Bu anlamda çalışma ne durumda, infaz düzenlemesine ilişkin bir tarih verebilir miyiz? İkinci sorum da, yine Amerika kaynaklı bir haber; Türkiye ile istihbarat paylaşımının durdurulduğu yönünde haberler çıktı. Bu anlamda Amerika ile istihbarat paylaşımımız devam ediyor mu?”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “İnfazla ilgili çalışma Adalet Bakanlığımız tarafından devam ettiriliyor şu anda, özellikle hem siyasi paydaşlarla, hem de uzmanlarla bu konuda epeyi detaylı bir çalışma yapıldı. Özellikle Meclis’te belli bir oydaşma sağlamak suretiyle bu konunun Meclis’in gündemine gelmesiyle ilgili çalışma devam ediyor. Bu tekmil edildiğinde, tamamlandığında Cumhurbaşkanımıza arz edilecek. Burada tabii ki hem Cumhur İttifakı’nın bir üyesi olarak MHP’yle, hem diğer partilerle paylaşımlar yapıldıktan sonra da bunun Meclis’in gündemine gelmesini, Meclis’te tartışılmasını da öngörüyoruz. Ama çalışmanın ciddi bir noktaya geldiğini ifade edebilirim.

“ABD İLE İSTİHBARAT PAYLAŞIMI DEVAM EDİYOR”

Amerika ile istihbarat paylaşımı konusundaki çalışmalarımız devam ediyor. Tabii bu istihbarat işbirliği çok yönlü, çok boyutlu bir konu. Bu bahsettiğiniz haberin detaylarıyla ilgili bizim elimizde tevsik edilmiş bir bilgi yok. Şu anda devam eden Irak sahasında, Suriye sahasında ve diğer alanlarda istihbarat paylaşımı ve iş birliği devam ediyor. Ama şunu sorarsanız: Yeterli mi, bizim ihtiyaçlarımızı karşılayacak düzeyde bir istihbarat paylaşımı yapılıyor mu? Buna ‘evet’ demem mümkün değil. Çünkü Türkiye aynı anda hem DEAŞ’a, hem PKK’ya, hem FETÖ terör örgütüne karşı mücadele ederken, Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere diğer müttefiklerimizden yeteri kadar askerî, istihbari, siyasi destek görmediğimizi ifade etmek istiyorum. Ama buna rağmen bizim İstihbarat Teşkilatımız dünyanın neresinde olursa olsun Türkiye’nin millî menfaatleri için çalışmalarına hiç ara vermeden devam ediyor. Birileri iş birliği yapsa da, yapmasa da kendi imkân ve kabiliyetlerini kullanmak suretiyle bu çalışmalarına bundan sonra da devam edecektir.”

Soru: “TGRT Haber’den Özkan Özcan.  Türkiye ile ABD arasında krize neden olan F-35’le ilgili bir komisyon kurulacağını duyurmuştuk. Bu konuda komisyon çalışmalarına başladı mı efendim, F-35’le ilgili son gelişmeler neler?  Bir de, ABD Başkanı Donald Trump’ın azil sürecinin ardından Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir dönem başlayabilir mi?”

“F-35’LERİN TÜRKİYE’YE KARŞI BİR ŞANTAJ UNSURU OLARAK KULLANILMASI KABUL EDİLEMEZ”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Şimdi bu F-35’lerle ilgili ortak bir komisyon kurulması fikri bildiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımızın Kasım ayında Washington’a yaptığı ziyarette gündeme gelmiş ve ilgili arkadaşlar ben dâhil bu konuda görevlendirilmiştik. Amerikan mevkidaşlarımızla yaptığımız görüşmelerde maalesef bugüne kadar bir netice alamadık. Çünkü Amerikan tarafı bu konuda çok maksimalist bir taleple-yaklaşımla F-35’lerin S-400’ler Türkiye’de olduğu müddetçe verilmeyeceğine dair keskin bir pozisyon içerisindeler. Biz ise bu komisyonun teknik düzeyde yapacağı çalışmaların bu meseleye ışık tutacağını söyledik, hâlâ da söylemeye devam ediyoruz. Bizim bu teklifimiz hâlâ masada, burada bir değişiklik söz konusu değil. Çünkü Kongre’de gündeme gelen, işte ‘F-35’ler Türkiye’ye giderse S-400’ler hassas bilgileri çalacaklar, bunlar da bizim aleyhimize kullanılacak’ şeklinde dolandırılan bir şehir efsanesi var. Bu ne kadar gerçek, ne kadar olgulara dayanıyor, ne kadar teknik uzmanlar tarafından teyit ediliyor yahut edilmiyor bunları incelemek üzere bir komisyonun kurulmasının biz hâlâ doğru bir fikir olduğu kanaatindeyiz. Bununla ilgili Amerikan mevkidaşlarımızla yaptığımız görüşmelerde teklifimizi yeniledik, bundan sonra da yenilemeye devam edeceğiz. Bu konunun Türkiye’ye karşı bir şantaj unsuru olarak kullanılması elbette kabul edilemez müttefiklik ilişkisinde böyle bir şantaj dili, yaptırım dili kullanılmaz, kullanılmamalı, bunun yapıcı olmadığını, sonuç vermeyeceğini kendilerinin de görmesi gerekiyor.

Azil süreciyle ilgili olarak da, tabii bu Amerikan iç siyasetinin bir konusu, ama tabii ki bütün dünyanın takip ettiği bir mesele. Dün işte neticelendi, Başkan Trump aklandı, bu artık dosya kapanacak. Bundan sonra tabii bu Amerikan siyasetine nasıl etki yapar, biz bunu da izleyeceğiz. Ama şunu ifade edeyim: Sayın Trump, Türkiye’yle iyi ilişkiler geliştirmek isteyen bir siyasi lider; bunu pek çok defa kendisi ifade etti, kendi sistemi içindeki muhalefete rağmen bunu ifade ettiler. Biz de bu yapıcı yaklaşımı elbette karşılıksız bırakmayacağız, Sayın Cumhurbaşkanımızın Sayın Trump’la iyi bir ilişkisi var. Ama temel meselelerde çözmemiz gereken konular olduğunu da hatırlatmamız gerekiyor, yani PYD meselesi olsun, Suriye konusu olsun, PKK ile mücadele olsun, FETÖ meselesi olsun, Halkbank konusu olsun, diğer konularda daha hızlı, daha yapıcı bir yaklaşımla mesafe almamızın mümkün olduğuna inanıyoruz. Bunun için de biz çalışmalarımızı mevkidaşlarımızla bundan sonra da devam ettireceğiz.”

Soru: “ Emine Kaplan, TRT Kürdi muhabiriyim. Efendim, siz de değindiniz, İdlib’de bir gerilim söz konusu. Esed rejimi saldırılarına devam ediyor, Rusya’yla görüşmelerin olduğunu söylediniz bu noktada. Peki, Rusya’yla nasıl bir koordinasyon içerisindeyiz, yeni bir Soçi söz konusu mu?”

“SURİYE’DE ASKERLERİMİZE YÖNELİK TEHDİTLERİ KARŞILIKSIZ BIRAKMAYACAĞIZ”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Şimdi bizim daha önce vardığımız, Soçi Mutabakatı çerçevesinde vardığımız İdlib Mutabakatı hâlâ masanın üzerinde duruyor. Biz çatışmasızlık bölgesinin sınırlarını bu mutabakata göre belirlemiş idik, 12 askerî gözlem noktamızı da yine bu mutabakatın belirlediği sınırlar içerisine yerleştirmiştik. Haritayı eğer zihninizle canlandıracak olursanız, o çatışmasızlık bölgesinin iç kısmında Türk askerî gözlem noktaları bulunmakta, dış kısmında da Rus askerleri bulunmakta. Biz haritanın yine bu olduğunu kabul ediyoruz ve bu harita üzerinden bu müzakereyi yürüteceğimizi de zaten Rus tarafına da ifade ettik. Burada bir değişiklik olması bir kere mutabakata da aykırıdır, İdlib Anlaşması’na da aykırıdır, oradaki demografik yapıya da aykırıdır, üreteceği sonuçlar açısından da son derece tehlikeli bir gelişme olacaktır.

Tekrar ifade ediyorum; özellikle oradaki askerî gözlem noktalarımızın ve askerlerimizin korunması noktasında sadece bu konuları konuşmayacağız. Harita, İdlib Mutabakatı, çatışmasızlık bölgesi değil aynı zamanda askerlerimize yönelik herhangi bir tehdit söz konusu olduğunda nasıl karşılık vereceğimizi gördüler, bundan sonra da bu konuyu çok açık ve net bir şekilde ifade ediyorum. Karşılıksız bırakmayacağımızı rejimin de gayet net bir şekilde bilmesi gerekiyor.”

Soru: “Fox TV, Beril Atakan. Başkent Gaz’ın Kızılay üzerinden Ensar Vakfı’na aktardığı 7 milyon 925 bin dolarlık bağış gündemde. Muhalefet de daha sonradan o paranın Amerika’ya aktarıldığı, Amerika’da bir yurt yapıldığı açıklandı yetkili kurumlar tarafından TÜRGEV üzerinden. Muhalefet buna inanmıyor, bunu eleştiriyor, bu eleştirilere ne diyeceksiniz efendim? Ve bir vergi kaçırıldığını iddia ediyorlar. Cumhur İttifakı ortaklarından MHP’nin milletvekillerinden Cemal Enginyurt da aslında bu iddiaya katıldı, vergi kaçırılıyor dedi. Bu iddialara ve muhalefetin söylemlerine ne söyleyeceksiniz?”

“KIZILAY’I YIPRATMAYA DÖNÜK BİR SİYASİ POLEMİĞİN BAŞLATILMASI ÜZÜCÜDÜR”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Bu konuda biliyorsunuz arkadaşlar hem Kızılay kurum olarak hem de Kızılay Başkanımız detaylı açıklamalar yaptılar. Buna benzer örnekler var, 2015 ila 2019 arasında yaklaşık dört yıllık dönemde buna mümasil olabilecek yaklaşık 16 şartlı bağışın yapıldığını, bunların farklı hayır işlerinde kullanıldığını biz biliyoruz, belgeleriyle bu ortada. Bu sadece Kızılay’ın bu konuyla ilgili bağışlarıyla ilgili değil başka kurumlara ya da başka belediyelere yine şartlı bağış şeklinde bağışlar yapıldığını biz biliyoruz. Dolayısıyla burada süreci başlatan bağış sahibidir, yani bağışı şartlı hâle getiren, şuraya verilmek üzere biz bu bağışı yapıyoruz diyen bağış sahibidir. Yani burada bir vergi kaçırılması yahut bir usulsüzlük söz konusu değil. Kızılay Kurumumuz bu şartlı bağışı alırken de bunun şartlarını açık ve net bir şekilde görüşüyor, konuşuyor ve bunun gereği olarak da o parayı, o bağışı başka bir hayır kurumuna aktarıyor. Bunun dediğim gibi çok farklı örnekleri var, ben burada onun çok detaylarına girmek istemiyorum.

Burada Kızılay bizim güçlü bir kurumumuzdur, onu yıpratmaya dönük bir siyasi polemiğin başlatılması gerçekten üzücüdür. Yani bakın burada bugün işte Elazığ’daki, Malatya’daki depremden Van’daki çığ felaketine, İdlib’deki masum insanların korunmasından, ihtiyaçlarının karşılanmasından dünyanın birçok yerindeki ihtiyaç sahibi insanların yardımına koşulmasına kadar Kızılay sahada canla-başla çalışmakta. Burada bu kurumlarımızı yıpratarak kimsenin eline bir şey geçmez. Yarın herkesin Kızılay’a ihtiyacı olabilir, bu hassasiyetle bu konuların değerlendirilmesinin daha isabetli olacağını düşünüyoruz.”